Psikoloji ve Psikoterapi'ye Yön Veren Kişiler
Maslow'un en tanınan eseri, insanların ihtiyaçlarını
bir hiyerarşi içinde anlattığı çalışmasıdır. Carl R. Rogers
ile paralel çizgilerde, insancıl yaklaşımın ve
"pozitif psikoloji"nin, savunucularındandır.
Kişinin kendini gerçekleştirmesi düşüncesi
psikoloji dünyasında çok önemli yeri olan bir düşüncedir.
Çarpık düşünce yapılarının, bir çok psikolojik
sıkıntının arkasında olduğu düşüncesine inanan
Aaron T. Beck, Albert Ellis'le aynı dönemlerde
"Bilişsel Terapi" yaklaşımını geliştirdi. Kolay uygulanabilen,
etkin ve kısa süreli bu yaklaşım kısa süre içinde
popülaritesini arttırdı. Yayınlamış olduğu yüzlerce
makaleye ek olarak, BDI(Beck Depresyon Envanteri),
BSS, BAI, gibi birçok test ile de psikoterapi
anlamında önemli katkıları olmuştur.
Sosyal öğrenme teorisi, sosyal bilişsel gelişim, gözlemleyerek
öğrenme ve davranışçılık alanlarında önemli
katkılarda bulunmuş ve "Bobo Doll" deneyi gibi
deneylerle saldırganlığı açıklamaya çalışmıştır.
Günümüzde hayatta olan en önemli psikolog olarak
ilinmenin yanısıra, 2002 yılında yayınlanan bir makalede
Skinner, Freud ve Piaget'nin hemen ardından, şimdiye
kadar en çok kaynak gösterilen dördücnü psikolog olduğu
öne sürülmüştür. Birçok eseri, psikoloji biliminde
köşetaşı değerindedir.
Aaron T. Beck ile yakın dönemlerde, bilişsel terapi ve
farkındalık yaklaşımı etrafında çalışmıştır.
Akılcı Duygusal Davranış Terapisi'nin
(Rational Emotive Behavior Therapy), kurucusudur.
Bu sebeple daha sonraları davranışçı ve bilişsel
terapilerin sentezlenmesiyle oluşan Bilişsel-Davranışçı
terapi yaklaşımının kurucularından kabul edilir.
Psikanaliz'in temposu ve yöntemlerine karşı çıkan
birçok Bilişsel-Davranışçı gelenek takipçisi gibi Ellis de,
asıl sorunun yaşanan olaylar değil, bizim o olayları nasıl anladığımız ve
nasıl işlediğimiz olduğu noktasına yoğunlaşmıştır. Bu düşünceden
yola çıkarkak, Akılcı Duygusal Davranış Terapisi'nin sadece bir terapi
yaklaşımı değil, aynı zamanda sağaltıcı bir hayat felsefesi olduğunu
yazmış olduğu 60'dan fazla kitap ve yüzlerce makalasinde sıklıkla dile getirmiştir.
Sigmund Freud ile yakın çalışmış olan Adler'in,
psikanaliz alanında önemli katkıları olmuştur.
Bağımsız bir psikoterapi ve kişilik kuramı oluşturulmas
ı adına da çaba göstermiştir. Rollo May, Viktor Frankl,
Abraham Maslow ve Albert Ellis gibi birçok gelecek
nesil psikoterapisti yakından etkilemiştir. Özünde kişilik
"tür"lerine inanmamakla beraber, bir kaç kişilik türlemesi d
e yapmıştır. Ek olarak, homoseksüelite, kardeşlerin
doğum sırası, inanç ve topluluk ve yapısalcılık metafizik
ilişkisi gibi bir çok konuda eser vermiştir.
Şartlanmanın koşullarını gözlemlemeye kariyerinin
önemli bir kısmını ayıran Skinner, aynı zamanda
"Radikal Davranışçılık" düşüncesinin ve insan
davranışının deneysel analizinin yapılabileceğinin
savunucularındandır. Uyarıcı-tepki ilişkilerini ve
basit düzeyde öğrenme süreçlerini çalışmıştır.
Ek olarak, ödül mekanizmaları ve süreçleri ile
ilgili çalışmaları da önemlidir.
Analitik psikoloji alanında çalışmış, rüya analizi
alanında öncü olmuştur. Astroloji, sosyoloji, edebiyat
ve sanat gibi birçok alanı keşfetmeye hayatnı
harcamış Carl Gustav Jung, aynı zamanda dini
inaçların insan doğasında nasıl yer bulduğu ile
ilgili çalışmıştır. Önemli bir psikanaliz olan Jung,
"Kızıl Defteri"yle kendini de incelemiştir.
Bugünkü haliyle psikoterapi çerçevesinin
oluşmasında, belki de en önemli etkisi olan kişidir Jung.
Freud'dan sonra, hastalarıyla yüz yüze terapi yürütmesi, onların söylem ve
fikirlerini ciddiye almasıyla terapi alanında hızlı değişim yaratmıştır
. Bunların yanısıra Kollektif bilinçaltı, kişilerin dişi ve erkek yönleri ve
de kişinin kendisini kabul etmesi gibi düşünceler ile de çevresinde
derin etki yaratmıştır.
Psikolojide insancıl yaklaşımın kurucusudur.
Psikoterapi araştırmalarına önemli katkılarda bulunmuş
, danışan merkezli terapi yaklaşımını dünyaya
tanıtmıştır. Kapasitelerinin tümünü kullanabilen
insan modeli ve gerçek benlik, Rogers için çok
önemli düşüncelerdir. Terapilerinde
"koşulsuz olumlu yaklaşım" yöntemini kullanmıştır.
TSSB(Travma Sonrası Stress Bozukluğu), Çift terapisi ve
performans kaygısı alanlarında çalışan Carol Forgash,
Ego-durum ve EMDR çalışmaları üzerinden terapi sunmaktadır.
EMDR ve Ego-durum terapilerindeki çalışmalarına ek olarak
cinsel istismar alanında da çalımaktadır. Aynı zamanda Margaret Copeley ile
"Healing the Heart of Trauma and Dissociation" isimli kitabın yazarıdır.
Gelişim psikolojisi alanında, insanların sosyal
gelişim süreçlerini incelemiş bir psikanalisttir.
"Kimlik Bunalımı" kavramını ortaya atmıştır.
Neo-Freudian olarak da anılan Erikson,
ego psikolojisi ve psikososyal gelişim
alanında eserler vermiştir. Hayat aşamalarını
erdemler üzerinden anlatması da ilgi çekicidir.
Francine Shapiro, EMDR(Eye Movement
Desensitization and Reprocessing) yöntemini
kurup geliştirmesiyle tanınmıştır. EMDR tekniği,
özellikle stres, travma ve benzeri alanlarda etkilidir.
EMDR, patolojinin, uygun olmayan bir şekilde
yerleşmiş algılamalardan ortaya çıktığını varsayan bilgi
işleme modeline dayanan, sekiz aşamalı bir yaklaşımdır
. EMDR'ın bir başka özelliği de, bünyesinde
Bilişsel-Davranışsal, Psikodinamik ve diğer
psikoterapi geleneklerini bütünsel bir yaklaşımla birleştirebilmesidir.
Geçtiğimiz yıllardan günümüze EMDR'ın bilimsel varsayımları sıkça tartışılan
konulardan biri olmuştur ancak ağırlıklı bilimsel veri, bu yöntemin verimli
olduğu yönündedir.
Almanya doğumlu bir psikiyatr ve psikoterapist olan Fritz Perls,
"Gestalt Terapi" yönteminin kurucusudur. Gestalt Terapisi'nin
özünde duygu ve davranışa, algıya ve vücut hislerine önemli
bir vurgu vardır. Kişinin başkalarıyla, çevresiyle ve kendisiyle
olan ilişkisine de önem verilir. Aynı zamanda
"Ego, Açlık ve Saldırganlık" ve " Gestalt Terapisi"
adlı kitaplara yazarlık yapmıştır.
Psikolojide kimlik meselesiyle yakından ilgilenmiş
olan Allport, kişilik psikolojisinin kurucularından kabul edilir.
Fazla yüzeysel kaldığı sebebiyle davranışçılığı, fazla derine
indiği sebebiyle de psikanalizi eleştirmesiyle bilinir.
Kişisel özellikler ve bu özelliklerin oluşumundaki genetik
özellik-çevresel etken ilişkisine dikkat çekmiştir.
Uzun ve psikoloji dünyasına etki bırakmış bir kariyer sahibi olan
H. Eysenck, temel olarak kişilik kuramları, kimliğin oluşumda
genetik rol oynayan etkenler ve de Irklar ve Zeka ilişkisini
irdeleyen çalışmalarıyla bilinir. Bunların dışında
seks-medya-şiddet ilişkisi,
kimlik ve stress ilişkisi gibi konularda da önemli eserler vermiştir.
Bilimde gerçekten başka bir şeyin yeri olmadığını sıklıkla
vurgulamış önemli bir bilim insanıdır.
Hint (rhesus) maymunları üzerinden anne-çocuk
bağlanma ilişkilerini, ayrı tutulmanın (izolasyon)
etkilerini ve de bakıcılık ilişkisinin, çocuğun sosyal
ve bilişsel gelişiminde yarattığı etkiyi araştırmıştır.
Deneyler, maymunların 24 aya kadar varan
sürelerle ayrı tutulması sebebiyle eleştirilmiş ve
tepki toplamıştır, ancak, araştırmanın çıkarımları
şüphesiz çok değerlidir ve bağlanma kavramının
anlaşılmasında önemli rol oynamıştır.
Psikanalitik-psikodinamik yaklaşım içerisinde
önemli yer tutan Benlik Psikolojisinin (Self Psychology) yaratıcısıdır.
Benlik kuramı çerçevesinde kişinin kendine verdiği değer,
narsisizm ilişkilerini incelemiş ve bu konularda
psikanalitik-psikodinamik yönelimde köşe taşı eserler
oluşturmuştur. Heinz Kohut sayesinde empati,
yansıtma, ben-nesnesi, idealleştirme ve ego-güdü
ilişkisi gibi kavramlar bu alandaki terapilerin önemli
bir parçası haline gelmiştir.
Rus asıllı doktor ve fizyolog Ivan Pavlov, klasik koşullanma
olgusuyla psikoloji dünyasını ilk tanıştıran olarak kabul edilir.
Köpeklerin tükürük bezleri ve midesel işlevlerini araştırırken,
yemeklere verilen tepkiler ve salgı arasında bir bağlantı
dikkatini çekmiş ve bu konudaki araştırmasını genişleterek,
şartlı refleks kavramını oluşturmuştur. Gelecek birçok
araştırma için temel sağlayan bu altyapı, psikoloji biliminin,
ve özellikle öğrenme ana dalının gelişiminde önemli yer oynamıştır.
Yazdığı romanlar ile ünlenmiş bir psikyatr olan
Irvin Yalom, aynı zamada varoluşçu yaklaşımın
önemli bir öncüsü ve bu alandaki terapi yaklaşımlarının
gelişimine katkıda bulunmuş etki sahibi bir psikoterapisttir.
Ek olarak, grup terapileriyle ilgili olarak sıkça yazmıştır.
Ölüm'ün evrensel olmasına, herkesi beklemesine,
hayatın zorluğuna ve yalnızlığına çözümün,
sıcak insan teması olduğuna kanaat getirmiş, ve
bu anlayışı varoluşçu terapilerine de yansıtmıştır.
Önemli bir vurgusu, hem terapistin hem danışanın, "aynı yolun yolcusu"
olduğudur. Varoluşsal kaygı'ya bir cevap değildir belki önerdiği sıcak
insan teması, ancak hedeflenen düşünce zaten, bu soruya bir cevap bulmak değil
, onu önemsiz kılmaktır. Irvin Yalom'un danışanlarına duyduğu saygı ve onlar için
kendi duygu ve düşünce dünyasında yer açması, belki de onun terapiye
yaklaşımını en iyi anlatan yönü.
Fransız psikanalist Lacan, edebi kuram-felsefe ve
psikanaliz arasındaki köprüyü sağlamlaştıran düşünürlerdendir
. Post-yapısalcı felsefe geleneğini yakından etkilemiş
olan Lacan,özünde bilinçdışı ve psikanalitik
kavramlara yakınlığı ile
psikanalitik bir teoriyi benimsemiştir ancak
dil ve bilinç
arasındaki benzerliklere dikkat çekmesi ile de bu geleneği
çok ileriye taşımıştır. Örneğin, Lacan'ın kavramlarından biri
olan ayna aşaması, kişinin benlik farkındalığı ve libidinal gelişiminde önemli rol oynar.
Jay Haley, Aile Terapisi ve Kısa-Süreli Terapi'nin
kuruluşlarında ettiği önemli öncülüğe ek olarak,
stratejik terapinin gelişiminde de önemli rol oynamıştır.
Bu alanlardaki bilgisini klinik süpervizyonlar, yazarlık
ve eğitmenlik yönüyle dünyayla paylaşmıştır. Stratejik Terapi,
Kısa-Süreli Terapi ve Aile Terapisi'nin tekniklerine yönelik
birçok kitabın sahibidir.
Piaget, kişisel gelişim süreçleri ile yakından ilgilienmiştir.
Genetik epistemoloji olarak da adlandırılabilecek teorisi
içerisinde bilişsel ve entellektüel gelişim süreçlerini çalışmıştır.
Sosyolojik bir gelişim modeli de önermiş, mantığın
çalışması ve sembolik düşüncenin gelişmesi fikirlerini sunmuştur.
Kişilik kuramları ve özellikle mizaç (temperament)
alanında araştırma yapmıştır. Mizacı, erken çevresel
ve genetik etkenlerin bir sonucu olarak tanımlar ve
zaman içinde tutarlılık gösterdiklerini vurgular.
Diğer taraftan, çocuk gelişiminde bağlanma ilişkilerinin
önemi konusundaki tutumu, bu ilişkilerin çocuk
gelişiminde merkezi önemi olduğunu
öne süren düşüncelere terstir.
Çoğu çalışmasını hayvan davranış bilimleri
(Etoloji), mühürleme (Imprinting) ve saldırganlık
alanlarında gerçekleştirmiştir. Lorenz, hayvanların
içgüdüsel davranış modelleri üzerinden mühürleme
prensiplerini çalışmıştır. Aşırı uyarıcılar ve sabit
eylem modelleri de Lorenz'in katkıda bulunduğu
konulardandır. Modern etolojinin kurucularından biri kabul edilmenin
ötesinde, toplum hayatındaki insanı konu alan kitaplar yazmıştır.
"Saldırganlık Üzerine" bunlardan biridir. Diğer bir deyişle, Lorenz,
bir hayvan davranış bilimcisi bakış açısını, ileriki yıllarında insana
ve topluma çevirmiştir.
Organizasyon ve uyguluma yönelimli sosyal psikoloji
yaklaşımının öncülerindendir.
Hedeflere yönelik haraketlerin anlaşılması, sosyal eylemlerin
faydalarının araştırılması, liderlik-organizasyon-kültür ilişkisi
konularında çalışmıştır. Araştırmaları çoğunlukla kişilerin
davranışları ve içlerinde yer aldıkları çevreler etrafındadır.
Gestalt alanında da çalışmaları vardır.
Amerikalı sosyal psikolog Leon Festinger, sosyal
ağları ve bu ağlar içindeki bağları çalışmış, sosyal
karşılaştırma ve bilişsel tutarsızlık gibi kuramları
ortaya atmıştır. Bilişsel tutarsızlık kavramı ile, kişilerin
davranış ve inançları arasındaki tutarsızlıkların,
rahatsız edici psikolojik bir gerililme sebep olacağı
vurgulanır. Sosyal karşılaştırma teorisi ile de,
kişilerin kendi düşünce ve isteklerine verdikleri değerlerin,
içinde bulundukları gruplar ve karşılaştırdıkları "diğerleri" ile
bağlantılı olduğunu savunur.
Öğrenilmiş çaresizlik kavramını oluşturmuş olmanın
yanı sıra, birçok pozitif psikoloji kitabının yazarıdır.
Kariyerinin önemli bir kısmını öğrenilmiş çaresiz
lik kavramını anlamaya adadıktan sonra, araştırmalarının
yönünü öğrenilmiş iyimserlik kavramına çevirmiştir.
Mutluluğun koşullarını ve durumlarını anlamaya
yönelik çalışmaktadır.
Zihinsel gelişimi çevre ile kurulan bağlantılar ve nesnele
r ile kurulan ilişkiler üzerinden anlamaya ve
yorumlamaya çalışan, içselleştirilmiş nesne imgelerine
önem veren bir teori olan Nesne İlişkileri,
Melani Klein öncülüğünde kurulmuş kabul edilir.
Melanie Klein, R. Fairbairn'in teorileri üzerine inşa
etmeyi başarmış ve psikanalizde önemli etki sahibi olmuştur
Nesne ilişkilerinin anlaşılmasında çocuk psikolojisi
merkezi yer tutmuştur. Çocuk psikolojisi ve nesne ilişkilerini
birleştirmesi açısından Melani Klein'ın katkısı büyüktür.
Milton Erickson, çoğu terapiste tezat olarak tek
bir 'metod' geliştirmeye çalışmamıştır.
Terapi alanındaki duruşu, daha çok bir yaklaşım
olarak anlaşılabilir. Önceliği danışanlarını
dikkatlica algılamak, ve onlara göre bir strateji
geliştirmek olmuştur. Aynı zamanda, terapistlerin
de kendi tarzlarını geliştirmeleri düşüncesini savunmuştur.
Hipnoz ve biliçdışı süreçlerin prensiplerinin,
kendi terapisine yerleştirmeyi başarmıştır. Ek olarak,
bilinçdışı zihnin, yaratıcı ve çözüm üretici yönüne ilk işaret eden düşünür/terapisttir.
Murray Bowen, günümüzdeki Aile ve Çift Terapisi
teorisine önemli katkıda bulunmuş isimlerden biridir.
En büyük katkısı, kendisinden önce sağlam teorik bir
altyapıdan yoksun olan bu alanda yöntemleri
sistematikleştirmesidir. Ek olarak, "doğa sistemleri"
yaklaşımıyla da, bir vakaya, sistem içinde
yaklaşmanın meşruiyetini kanıtlamıştır.
Bowen'ın önemli katkılarıyla, artık 'aile', sadece bireylerin
bir toplanımı değil, kendine ait dinamikleri ve
özellikleri olan bir sistem olarak anlaşılmaya başlanmıştır.
Avusturya ve Amerika asıllı bir psikolog ve de filozof olan
Watzlawick, yapısalcılık ve iletişim teorilerini aile terapisi
ve psikoterapi alanlarıyla bağdaştırmayı başarmıştır.
Kişinin istese de çevreyle iletişim kurmamayı
başaramayacağını (çünkü konuşma olmasa dahi
davranışlar bir iletişim yaratıyordur); kurulan iletişimlerde
içeriğin, iletişim kuran kişilerin ilişkileri üzerinden belirlendiği;
belki de en önemlisi, insan iletişiminin sebep-sonuç
ilişkisindense, bir döngüsel yapı üzerinden anlaşılması
gerektiği gibi belitleri savunmuştur.
Palo Alto, Kaliforniya'da psikiyatr olarak 56 yıllık
kariyerine hala devam etmekte olan Richard Fisch,
aynı zamanda Kısa-Süreli Terapi merkezinin kurucusudur
. Sorun Odaklı Kısa-Süreli Terapi, ilk olarak 1966 yılında
John Weakland ve Paul Watzlawick'in de katkılarıyla yaratıldı.
Richard Fisch, aynı zamanda "Değişim Taktikleri" ve
"Zorlu Vakalarda Kısa-Süreli Terapi" adlı kitapların yazarıdır
. Kısa-Süreli Terapi alanının ilerlemesinde önemli katkıları olan Fİsch'in,
Aile Terapisi alanında da birçok makalesi bulunmaktadır.
Önemli bir akademisyen olan Robert Sternberg,
araştırmalarının çoğunu zeka ve yaratıcılık; liderlik;
düşünme biçimleri; aşk ve savaş ve de aşk ve nefret
gibi konulara yönlendirmiştir. Öne sürdüğü zeka
teorisi ile, psikologların, zeka testlerinde ölçülen
kriterlere bakışını eleştirmiş, ve bu testler üzerinden
yapılan çalışmaların zeka ve yaratıcılığa yönelik
sadece kısmi bir tablo çizdiğini savunmuştur.
Ek olarak, üç noktalı zeka teorisi, ve üçgensel aşk teorisi,
incelemeye değer çalışmalarıdır.
1994 yılından bu yana EMDR Enstitüsü'nde çalışmakta ve
eğitim vermekte olan Solomon, stres, travma,
yas gibi konulardaki uzmanlığı ile tanınmaktadır.
Şu anda çoğunlukla EMDR ile ilgili araştırma yapmaktadır.
Salvador Minuchin'in yaklaşımı, psikoterapiye
farklı bir bakış açısıyla katkıda bulunmuştur. Kişileri,
içinde bulundukları yapısal sistemler içinde (örn:aile)
değerlendirmenin, ve terapi sürecinde bu sistemik
öğelerin kullanımının önemini vurgulamıştır. Kişilerin
iletişim ve etkileşim biçimlerinin, duyguları ve düşünceleri de
etkileyebileceği düşüncesi, yaklaşımında önemli yer tutar.
Bu nedenle davranış değişim süreci, Minuchin'in sistem
terapilerinde merkezdir. Aileler ile yaptığı terapilerde,
hitap gücü ve dikkat çekici mizacı ile de inandığı düşünceleri desteklemiştir.
Belki de psikolojinin en bilinen figürlerinden biri
olan Sigmund Freud, bunu bilinçaltını ilgilendiren
teorilerine olduğu kadar, Psikanalitik söylemin
kurucusu olmasına da borçludur. Psikanaliz,
sadece bir terapi yöntemini değil,
psikoloji içerisinde bir bakış açısını ve bir anlayış
biçimini de anlatır. Savunma mekanizmaları,
id-ego-superego ilişkisi, libido,
transferans gibi kavramların hepsi psikanalitik
literatür içinde yer alırlar.
Milgram deneyi ile tanınan Amerikalı
bir sosyal psikolog olan
Stanley Milgram, özellikle otorite ve
sadakat ilişkisiyle ilgilenmiştir.
Orjinal öne sürdüğü fikir, otorite etkisi
altında bir çok bireyin
insandışı kabul edilebilecek zulüm
eylemlerinde rol alabileceğidir
. Bunun dışında "Küçük Dünya Fenomeni" ve
"Kayıp Mektup Deneyi" gibi ilginç deneyler yürütmüştür.
Virginia Satir'ın önderliğini yaptığı birleşik aile terapisi,
deneyimleredayalı gözlemler ve bir çok duyunun
kullanılması temellerinden yola çıkmıştır.
Satir, terapilerinde ses tonu, boy farkı, konuşma mesafesi,
dokunuş, göz teması ve hareket
şekilleri gibi bir çok bilgiyi, bu iyileşim sürecinde daha iyi
bilgi toplamayı mümkün
kılan öğeler olarak benimsemiştir. Sistemik, stratejik ve
nesillerarası aile terapisiyaklaşımlarını akıcı bir
biçimde birşetirmeyi başarmıştır.
Başka bir karakteristik
özelliği ise temelde kötü bile olan her davranışın aslında iyi
bir niyetten doğduğunayönelik inancına terapilerinde bağlı kalmasıdır.
Sosyal psikoloji ve kişilik kuramları üzerine
çalışan Mischel'in
en önemli katkılarından biri, kişilerin davranışları
ile içinde bulundukları durum
ilişkisine dikkat çekmesidir. Mischel'in eleştirdiği
kişilik kuramları,
kişilik özelliklerinin
durumdan duruma sabit olduğu düşüncesini
savunurken Mischel,
bunun bir hata olduğunu ve durumsal değişkenlerin bireylerin
davranışlarında önemli rol oynadığını savunmuştur.
Psikoloji bakış açısından mistisizim, din ve inanç
sistemlerini
incelemiştir, duygu teorileri ve özgür irade gibi
kavramlar üzerine çalışmıştır.
James-Lange duygu kuramının oluşumunda
rol oynamıştır.
Bu kuram, duyguların, zihnin fiziksel
duyumları algılama biçimi olduğunu söyler ve
daha da önemlisi,
hissettiğimiz duyguların
fiziksel etkiler yarattığı düşüncesine karşın,
duygularımızın fiziksel
hislere yönelik
bir içgörüyü takiben oluştuğunu savunur. Yani bu anlayışa göre,
örneğin korku duygusu,
vücudun bir uyarıcı karşısında verdiği tepkilerden sonra gelir.
Başka bir alandaki
düşüncesi ise, psikoloğun, kendisinin tamamen objektif olduğunu
varsaydığı durumlarda
yanılgıya düştüğünü vurgular.