Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti.
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola,
önlerine çıktı.
Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı. Taksi kaydı,
ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu.
Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp
bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi
ve içten bir şekilde el salladı.
Kadın bütün bu olanları şokunu yaşarken,
taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.
Sordu:
"Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse
arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti."
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek:
"Çöp Kamyonu Kanunu" dedi.
Kadın:
"Çöp Kamyonu Kanunu?" diye sordu, anlamamıştı.
Şoför açıkladı:
"Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir.
Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar;
kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar.
Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar.
Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın.
Sadece gülümseyin,
onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin.
Onların çöpünü alıp işyerinize,
evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın."
Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini
mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.
Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için
çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin,
iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."
Hayat, "%10 " onunla ne yaptığınız, "%90 "onu nasıl alıp karşıladığınızdır...
Vallahi geçer..

Sultan Mahmut, bir gün tüm vezirlerini toplayıp,
” Bana bir yüzük yaptırın. Öyle bir yüzük olsun ki, ona baktığımda
hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem de dengeleneyim.” diye buyurmuş…
Vezirleri toplanmış, dört bir yana haber salmışlar.
Sonunda bir gün bir yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar,
yüzüğü vermişler.
yüzüğü vermişler.
Sultan Mahmut ” Tamam" demiş "İşte bu.”
Sultan yüzüğe baktığında kızgınsa kızgınlığı, üzgünse üzüntüsü,
korkmuşsa korkusu gidermiş.
korkmuşsa korkusu gidermiş.
Yüzüğe her baktığında hafifçe gülümsediğini de görenler
merakla vezirlere yüzüğün özelliğini sormuşlar.
merakla vezirlere yüzüğün özelliğini sormuşlar.
Kimi büyülü olduğuna bile inanmış yüzüğün.
Oysa vezirler sultan için değerli taşlarla hazırlanan yüzüğün
üzerindeki yazıdan bahsetmişler merak eden halka.
üzerindeki yazıdan bahsetmişler merak eden halka.
Yüzük ne sihirli ne de büyülüymüş sadece
üzerinde kısa bir yazı yazmaktaymış.
üzerinde kısa bir yazı yazmaktaymış.
"Bu da geçer."

Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert
görünümlü hoca kapıda beliriyor. Sınıfa bir bakış atıp kürsüye geçiyor.
Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor. "Bakın" diyor.
"Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey..."
Sonra (1)'in yanına bir (0) koyuyor:
"Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)'i (10) yapar".
Bir (0) daha...
"Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz".
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor:
Yetenek... disiplin... sevgi...
Eklenen her yeni (0)' ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğin
i anlatıyor hoca... Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)'i siliyor.
Geriye bir sürü sıfır kalıyor.
Ve Hoca yorumu patlatıyor:
"Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir".
Nemrud İbrahim peygamber'in ateşte yakılması emrini
verdikten sonra meydana odunlardan büyük bir yığın yapılmış.
Odunları tutuşturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükselmiş ki
bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Korkmuş kaçmış
bütün hayvanlar. İbrahim peygamber'i mancınıkla ateşin
tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki
Nemrud'un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün;
bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir
damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan
cehennemi ateşe doğru. Başka bir karınca onun bu telaşını
görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: "Bu acelen niye? Nereye böyle?"
Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp,
"Duymadın mı" demiş. "Nemrud, İbrahim peygamber'i ateşte yakacakmış.
İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum."
Bu sözleri duyan karınca kendini tutamayarak uluorta kahkahalarla
gülmeye başlamış. "Sen şu ateşe dönüp yüzünü hiç bakmadın mı?"
diye sormuş. "Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?"
Su taşıyan karınca, "OLSUN" demiş. "HİÇ OLMAZSA HANGİ TARAFTA
OLDUĞUM ANLAŞILIR

Yıllarımı duygusallıktan uzak ve bağlanmaktan korkan erkeklere
aşık olarak tükettim, ilişkilerim acı doluydu. Evlenmek istiyordum.
Radikal bir değişikliğe gitmem gerektiğinin farkındaydım.
Bir gün dua etmeye karar verdim. "Tanrım, doğru birini nasıl
bulacağımı bilmiyorum. Yalvarırım, kutsal sevgilimi benim için
sen seç ve ikimizi de bu birlikteliğe hazırla. Ve Tanrım, onu benim
için seçenin sen olduğunu anlayabilmem için de bana mavi bir gülle
gelmesini sağla."
Beş ay boyunca her gün kutsal sevgilimin bana o gün geleceği
umuduyla yaşadım. Hep o günün doğru gün olduğunu düşündüm.
Her gün kontrolü elimden biraz daha bıraktım ve beni seven
Tanrıya kendimi biraz daha açtım. Her gün etrafta mavi bir gül aradım.
Beni kullandığını düşündüğüm son erkek arkadaşımı terk ettikten
on iki gün sonra Alan Cohen'in konuşma yaptığı bir iletişim ağının
yemeğine katıldım,
Cohen, insanları etkimiz altına alabilme gücümüzden söz etti.
Bu beni öyle etkiledi ki, katılımcıları bu tür bir egzersiz yapmaya
davet ettiğinde hiç düşünmeden atladım. O anda yüzden fazla
insan bir partner bulabilmek için birbirine karıştı.
Herkes sessizdi. Genç ve mavi gözlü bir adam karşımda durdu.
El ele tutuştuk ve birbirimizin gözlerine bakmaya başladık.
Egzersiz gereğince, "Beni etkin altına alabilir misin?" diye sordum.
Birkaç dakika boyunca sessizce bana koşulsuz sevgi verdi.
Sonra o bana "Beni etkin altına alabilir misin?" diye sordu ve
ben de ona sevgi verdim. Birbirimize başka hiçbir şey söylemedik.
Egzersiz bitti ve yerlerimize oturduk. Şaşkınlık içindeydim.
Birkaç dakika sonra genç adam yanıma geldi ve kendini tanıttı.
Adının David Rose (Rose Türkçe'de “gül” anlamına gelmektedir)
olduğunu söyledi. O anda Tanrının bana mavi gözlü
gülümü gönderdiğim anladım.
Bir yıl sonra da evlendik.
Amerikan hikâyesi artık bizim hikâyemiz
Prof. Dr. Ali Köse, yıllar önce duyduğu bir Amerikan
hikâyesinin şimdilerde bizim hikâyemiz olduğunu
söylüyor. Köse, çocukların yalnızlığını özetleyen şu
hikâyeyi aktarıyor: “Baba akşam eve gelir. Çocuk sorar,
‘Baba sen saatte kaç para kazanıyorsun?’ diye.
Babası ‘Git başımdan, ne yapacaksın ne kadar kazandığımı,
hem dişlerini fırçala da yat sen bakayım, vakit geç oldu!’
diye çıkışır. Çocuk çaresiz boyun büker ve yatağı boylar.
Biraz sonra baba pişman olur, ‘Gidip şunun gönlünü alayım’
diyerek çocuğun yanına gider. ‘Peki’ der, ‘Madem merak
ettin bir saatte kaç para kazandığımı, o halde söyleyeyim:
20 dolar kazanıyorum.’ Çocuk, yastığının altından
10 dolar çıkarır, babasına uzatır ve ‘Benimle yarım
saat oynar mısın?’
diye sorar. Yıllar önce bu hikâyeyi duyduğumda,
‘Evet bu bir Amerikan hikâyesi.’ demiştim.
Ama artık şimdilerde ‘bizim hikâyemiz’ diyebiliyorum.”
Bir olmazsa sıfırın ne önemi var?

Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert
görünümlü hoca kapıda beliriyor. Sınıfa bir bakış atıp kürsüye geçiyor.
Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor. "Bakın" diyor.
"Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey..."
Sonra (1)'in yanına bir (0) koyuyor:
"Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)'i (10) yapar".
Bir (0) daha...
"Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz".
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor:
Yetenek... disiplin... sevgi...
Eklenen her yeni (0)' ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğin
i anlatıyor hoca... Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)'i siliyor.
Geriye bir sürü sıfır kalıyor.
Ve Hoca yorumu patlatıyor:
"Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir".
Karınca ve su
Nemrud İbrahim peygamber'in ateşte yakılması emrini
verdikten sonra meydana odunlardan büyük bir yığın yapılmış.
Odunları tutuşturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükselmiş ki
bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Korkmuş kaçmış
bütün hayvanlar. İbrahim peygamber'i mancınıkla ateşin
tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki
Nemrud'un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün;
bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir
damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan
cehennemi ateşe doğru. Başka bir karınca onun bu telaşını
görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: "Bu acelen niye? Nereye böyle?"
Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp,
"Duymadın mı" demiş. "Nemrud, İbrahim peygamber'i ateşte yakacakmış.
İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum."
Bu sözleri duyan karınca kendini tutamayarak uluorta kahkahalarla
gülmeye başlamış. "Sen şu ateşe dönüp yüzünü hiç bakmadın mı?"
diye sormuş. "Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?"
Su taşıyan karınca, "OLSUN" demiş. "HİÇ OLMAZSA HANGİ TARAFTA
OLDUĞUM ANLAŞILIR
Mavi Gül Hikayesi

Yıllarımı duygusallıktan uzak ve bağlanmaktan korkan erkeklere
aşık olarak tükettim, ilişkilerim acı doluydu. Evlenmek istiyordum.
Radikal bir değişikliğe gitmem gerektiğinin farkındaydım.
Bir gün dua etmeye karar verdim. "Tanrım, doğru birini nasıl
bulacağımı bilmiyorum. Yalvarırım, kutsal sevgilimi benim için
sen seç ve ikimizi de bu birlikteliğe hazırla. Ve Tanrım, onu benim
için seçenin sen olduğunu anlayabilmem için de bana mavi bir gülle
gelmesini sağla."
Beş ay boyunca her gün kutsal sevgilimin bana o gün geleceği
umuduyla yaşadım. Hep o günün doğru gün olduğunu düşündüm.
Her gün kontrolü elimden biraz daha bıraktım ve beni seven
Tanrıya kendimi biraz daha açtım. Her gün etrafta mavi bir gül aradım.
Beni kullandığını düşündüğüm son erkek arkadaşımı terk ettikten
on iki gün sonra Alan Cohen'in konuşma yaptığı bir iletişim ağının
yemeğine katıldım,
Cohen, insanları etkimiz altına alabilme gücümüzden söz etti.
Bu beni öyle etkiledi ki, katılımcıları bu tür bir egzersiz yapmaya
davet ettiğinde hiç düşünmeden atladım. O anda yüzden fazla
insan bir partner bulabilmek için birbirine karıştı.
Herkes sessizdi. Genç ve mavi gözlü bir adam karşımda durdu.
El ele tutuştuk ve birbirimizin gözlerine bakmaya başladık.
Egzersiz gereğince, "Beni etkin altına alabilir misin?" diye sordum.
Birkaç dakika boyunca sessizce bana koşulsuz sevgi verdi.
Sonra o bana "Beni etkin altına alabilir misin?" diye sordu ve
ben de ona sevgi verdim. Birbirimize başka hiçbir şey söylemedik.
Egzersiz bitti ve yerlerimize oturduk. Şaşkınlık içindeydim.
Birkaç dakika sonra genç adam yanıma geldi ve kendini tanıttı.
Adının David Rose (Rose Türkçe'de “gül” anlamına gelmektedir)
olduğunu söyledi. O anda Tanrının bana mavi gözlü
gülümü gönderdiğim anladım.
Bir yıl sonra da evlendik.
Amerikan hikâyesi artık bizim hikâyemiz
Prof. Dr. Ali Köse, yıllar önce duyduğu bir Amerikan
hikâyesinin şimdilerde bizim hikâyemiz olduğunu
söylüyor. Köse, çocukların yalnızlığını özetleyen şu
hikâyeyi aktarıyor: “Baba akşam eve gelir. Çocuk sorar,
‘Baba sen saatte kaç para kazanıyorsun?’ diye.
Babası ‘Git başımdan, ne yapacaksın ne kadar kazandığımı,
hem dişlerini fırçala da yat sen bakayım, vakit geç oldu!’
diye çıkışır. Çocuk çaresiz boyun büker ve yatağı boylar.
Biraz sonra baba pişman olur, ‘Gidip şunun gönlünü alayım’
diyerek çocuğun yanına gider. ‘Peki’ der, ‘Madem merak
ettin bir saatte kaç para kazandığımı, o halde söyleyeyim:
20 dolar kazanıyorum.’ Çocuk, yastığının altından
10 dolar çıkarır, babasına uzatır ve ‘Benimle yarım
saat oynar mısın?’
diye sorar. Yıllar önce bu hikâyeyi duyduğumda,
‘Evet bu bir Amerikan hikâyesi.’ demiştim.
Ama artık şimdilerde ‘bizim hikâyemiz’ diyebiliyorum.”